28 Ocak 2016 Perşembe

The Revenant


The Revenant, görselleri ve film müziklerine bayıldığım bir film.Film 12 dalda Oscar’a aday oldu. Filmin yönetmeni Alejandro G. Iñárritu. 21 Gram ve Babil  daha önce seyrettiğim filmlerinden. The Revenant’tan sonra  seyretmediğim diğer filmleri merak ettim ve “izlenmeli”  listeme ekledim.
Film’in konusundan biraz bahsedecek olursak;
Kürk avcısı Hugh Glass ve arkadaşları kürk avı sırasında saldırıya uğrarlar ve çok sayıda arkadaşlarını bu saldırıda kaybederler..Uzun bir dönüş yolu kendilerini beklemektedir ve çevreyi bilen Hugh Glass’a  bu anlamda ihtiyaç vardır. Dönüş yolunda Hugh Glass ayılar tarafından saldırıya uğrar,ağır yaralanır. Ekibi yavaşlatmaması için ekip ikiye bölünür.Hugh Glass’ı taşıyarak götürme görevi para karşılığında oğlu ve iki arkadaşına verilir. Arkadaşlarından John Fitzgerald (Hardy) Hugh Glass’ın oğlunu öldürerek, Hugh ‘u ölüme terk eder. Oğlunun ölümü nedeniyle intikam konusunda güdülenen Hugh, bu duyguyla hayata tutunur ve yaraları iyileşir. Bölgeyi çok iyi biliyor olmasının avantajı ile John Fitzgerald’ı bulması çok zor olmayacaktır.
Film’in müzikleri  harika.Bestecisi Antonio Sánchez imiş. Youtube linkini paylaşıyorum. Kesinlikle dinlemelisiniz.
Görüntü yönetmeni Emmanuel Lubezki . Bence çok başarılı.





27 Ocak 2016 Çarşamba

Kuka Bugün Çok Mutlu. Neden mi?-(Kahkaha Köyü)

Uzun zamandır “Kuka bugün çok mutlu. Neden mi?” sorusuyla videolar çekiyor ve yakınlarıma her bulduğum sebep için çektiğim bu videoları paylaşıyorum. Mutsuzluk gibi mutluluğun da paylaşılarak arttığını düşündüğümden, videoların yakınlarım üzerinde etkilerini gözlemleme fırsatı  buluyorum.Biraz da analitik bir kişilik olduğumdan bilimsel  ve felsefik yaklaşımlarla mutluluk ne kadar ele alınmış araştırmak istedim. Neden mi? Belki sebeplerime bir yenisini daha eklerim ve belki bu sebepleri senin de fark etmeni sağlarım diye. 

Aslında tek tek çevremizdeki insanlara mutluluğun tarifini yapmalarını istediğimizde  alacağımız yanıtlar genelde net olmayıp, tarifleme hep sıkıntı olmaktadır. İnsanların tariflemekte bu kadar zorlandıkları bu hisse ulaşmaları nasıl mümkün olacaktır? Tanımlayamıyorum, ama istiyorum.

Aslında yaşamımızın büyük bir çoğunluğu mutluluğu arayarak geçiyor. Bu nedenle konu başlığımı “mutluluk yolunda”  olarak seçtim.

Vücudumuza nörotransmitterlerin dışardan alsak mesela. Dopamin, seratonin ve endorfin hormon takviyesi yapsak.

Nörotransmitterler sinir hücreleri arasında elektrik sinyallerini taşımakla görevli hormonlardır. Elektrik sinyalleri formunda gelen mesajları bir sinir hücresinden diğerine kimyasal olarak aktarırlar. Nörotransmitter olarak adlandırılan bu yapılar beynin işleyişinde hayati role sahiptirler. Bilim şu ana kadar 200’ün üzerinde nörotransmitter tespit etmiştir. Endorfin de bunların en önemlilerindendir.

Endorfin genelde hazla ilişkilendirilse de, endorfinin birincil tetikleyicileri stres ve acıdır. Hipotalamus olarak bilinen beyin bölgesi cinsel fonksiyonlar, nefes alma, açlık ve duygular gibi birçok fonksiyondan sorumludur. Hipotalamus duygu durumları ile yakından ilişkili limbik sistemin bir parçasıdır. Eğer endorfin bu bölgeye erişirse, haz ve mutluluk hissi ortaya çıkar. Bununla birlikte, çok fazla endorfin salgısı öfkeye, çok nadir olmakla birlikte obsesif-kompulsif bozukluğa sebep olur. Uyarı verdiğiniz tepki beynin salgıladığı endorfine bağlıdır.

Vucud kimyamızda dengeli olması gereken bu hormanlar elbette mutlu olmamız için tek etken değildir. Mutluluğa eğiliminizin de olması gerekir. Bu hormanların eksiklikleri bazı tedavi sonuçlarında dengeye ulaşabilir, ama hiçbir kimyasal sorunumuz yokken mutsuzluk sadece bizim tercihimiz olabilir.



Şimdi bazı düşünürlerin mutluluğa yaklaşımlarından bahsedelim.

Eflatun’a göre mutluluk;  Bilge ve iyi olmak”  olarak yorumlanırken, mutluluğa ulaşmanın ancak erdem ile mümkün olabileceği ve ancak iyilik ile sağlanabileceğidir. Bu nedenle iyilik hayatın amacıdır, ve içinde bu duyguyu barındıran da mutludur .

Epikür’e  göre mutluluk; yaşamdan zevk almaktır ancak düşünüp  tartarak. Uzun vadede mutluluk için anlık acılara katlanmak mı? Yoksa şimdiki hazza odaklanıp, uzun vadede yaşanacak acıyı kabullenmek mi? Yani Mutluluk, hesap kitap işidir. Epikür’e göre mutluluk insanın içindedir. Mutlu olmak için bir dost ile sohbet yeterlidir. Mutluluk için maddi bir gereksinime ihtiyacı yoktur.

Descartes’e göre mutluluk; mutluluk tam bir ruh memnunluğu ve iç hoşnutluğundan ibarettir. Mutluluk talih sonucu elde edilecek bir şey değil, aksine talihten yardım göremeyen bilgelerde bulunur. Descartes mutlu bir hayat sürmek için üç kurala uymak gerektiğini belirtir.

  •  Hakikatin Bilgisine Sahip Olma
  • Kararlılık
  • Elimizde olmayan isteklerden vazgeçmek

Albert Camus ‘a göre mutluluk, bizi zorlayan kadere karşı kazanılan zaferlerin en büyüğüdür.

Geothe’ye göre mutluluk; başkalarının mutluluğundan kendine pay çıkaran İnsan, en mutlu insandır.

---------***---------

Mutluluk üzerine birçok yaklaşım ve yorum. Herkesin motivasyon aracının farklı olması gibi, mutluluğa yaklaşımı da farklı.  

Aslında çoğu zaman mutluluk bir tercih. “Buğün çok mutlu olacağım” diye yatağımdan kalktığım günlerde mutluluğa bir yol açılmış gibi hissederim ve gün içinde karşılaşılan sıkıntılar otomatik olarak yok olur.

Spor yaparken her bir hücreme mutluluk gönderdiğime inanırım. Tatlı,küçük hücrelerimin tamamının mutlu olması bütünü de etkileyeceğinden, sabah sporu yaparım ki hücrelerim erkenden mutlu olmaya başlasın.

Kuka bugün çok mutlu. Neden mi?”  sorusuna her seferinde yeni bir cevap bulurum.Böylece mutsuzluğu değil de, mutluluğu beslerim. İlgi duyduğumuz şeyi büyütme özelliğimizde sürekli büyüyen bir şey halini alır.

Özetle; Kuka, bugün çok mutlu. Çünkü çevresinde çok sevdiği dostları,  her an öğrenmeye olan hevesi, tutkusu olan yeni yerler görmeye enerjisi ve sağlığı var.
Şimdi sen söyle.

… Bugun çok mutlu. Neden mi? …

                      Dünyanın En Mutlu Hayvanı Quokka



Sabahattin Ali-Sinop Cezaevi/Sinop

Günaydın canımın içi, gözümün nuru, başımın tacı  Sabahattin’im, Âli’m

şu an sana türküler yaktıran koca duvarların ardındasın, ben diğer ardında. Kulaklarımızda aynı deli dalgalar. Ziyaretimi kabul etmediler, göremedim seni. Gelme dedin, biliyorum, dinlemedim ama. Olmuyor işte orda da duramadım. Sürekli daldan dala konan gönlünün son durağı ben olacağıma dair ümidimi yitirirsem, Paşa’nın Fikriye’si gibi olacaktır akıbetim. O yüzden artık bırak, dokunma, hiç olmazsa uzaktan seveyim seni.

Merak etme çok duracak değilim bu mevzu üstünde. Sana buralardan havadisler vermek istiyorum. Biliyorum en çok Ömer’i merak ediyorsun. Nasıl anlatsam, neresinden başlasam.Sana haber vermeye fırsat olmadı, bizim hayta evlendi. Teyzesinin bir tanıdığıymış. İstanbul’a konservatuarda okumaya gelmiş. Hatta anlatmıştı hatırlar mısın, vapurda görüp aşık olmuş sonra  günlerce başımızın etini yediydi. Durumu yok, malum. Dairede işlere  sarıldığını bilmeyiz pek. Meyhaneler, kahveler eskisi kadar olmasa da yine uğrak yeri ama  eskiden yarınını düşünmeyen Ömer’in kafası ay sonu hesaplarıyla hayli meşgul. Kızcağız bizi geçenlerde eve davet etti. Madam’ın bir göz odasını kendince yuvaya çevirmiş, orda  Ömer’in arkadaşlarını ağırlayacak. Taşralı bir kız olmanın çekimserliğinden mi bilmem, gece boyu mütemadiyen bir tecessüsle süzdü durdu hepimizi. Belki de tanımaya çalışıyor yada belki taşradan gelmiş biri olarak büyük şehrin dalavereci insaniyetinin kendisini yutuvermesinden korkuyor, bu sebeple de etrafına duvarlar örüyordur. Emin olamasam da onun kendini Ömer’e adamasında bir hesapçılık seziyorum. Fesat mıyım bilmem. Ama bunu bir yana bırakırsak esaslı bir kız gibi görünüyor Macide.

Ömer bir yandan  biribirinden acayip, fikr-i sabit arkadaşlarıyla görüşmeye de devam ediyor, başta Nihat. Bu çocuk onun başına bir bela saracak en sonunda. Profesör Hikmet her iyilik yapma fırsatını değerlendiriyor, o da etrafına öyle insan topluyor işte.  Adamın kimseye zararı yok, bilakis faydası var.  Bizimki onu hep iyilik simsarı, dua avcısı diye tenkit edip durur bilirsin. Sanki onu tenkit etmeye hakkı varmış gibi,  söylemeye dilim varmıyor, nasıl bir iş etti bir bilsen. Dairede bir veznedar vardı , Hafız Hüsamettin hatırlarsın. Adamcağız uymuş bir şeytana, ailesini  geçindirme darlığında düşünce ufaktan bir şeyler tırtıklamış. Ömer yaktı adamın başını, kendi çaresizliğinin hırsını ondan mı çıkardı bilmem ama bu sefer şeytanın çok kötü bir tuzağına düştü. Nihat’ın verdiği akılla, dikilmiş karşısına, şikayet etmekle tehdit etmiş, para sızdırabilmek için. Ama o da vermiş ağzının payını. Basmış gitmiş sonra da buaralardan. İyi ki burada değildin.

Kulağa küfür gibi geliyor farkındayım, “iyi ki burada değilsin.” Öyle mahşerî günlerden geçiyoruz ki, orda ne kadar takip edebiliyorsun bilmiyorum. Mahkemenin bir sonraki celsesinde cezanı çektiğine ikna olacaklar diye umuyorum. Zaten hiç haketmediğin bir ceza. Yazılarını yazmaya devam et ne olursun. Bugünler de geçecek, bazılarımız ezilecek bazılarımız daha da doğrulup dikelecek. Ama geçecek.

Hasretle yollarını gözlemeye devam eder, bana her aklına geldiğinde yazmaktan imtina etmemeni rica ederim.

Tüm kalbimle,

fatoş



26 Ocak 2016 Salı

Nil Karaibrahimgil - Ben Buraya Çıplak Geldim

Bazı özel günler vardır. Uyandığında sebebini bilmediğin bir tebessüm vardır yüzünde. Çocuklar gibi gerinerek uyanırsın. Bilirsin ki bugün güzel bir gündür. Teşekkür edeceğin bir çok şeyin varlığını farkedersin. İşte böyle günlerde ben güne "Ben Buraya Çıplak Geldim" ile başlarım.



Bazı sabahlar uyandım kayıp haldeyim
Sanırsın gölgeyim ayaktayken yerdeyim
Ne bileyim ne bileyim
Herkes işinde bin bir dilek peşinde
Ben mi tövbeliyim tövbe tövbeliyim
Ne bileyim ne bileyim
Nefes aldım nefes verdim
Burdayım pes etmem yok
Ben buraya çıplak geldim


Heyhat utanmam yok utanmam yok
Bazen ne yapsam bir bir berabereyim
Sorsalar ben neyim ne mağlup ne galibim
Ne bileyim ne bileyim
Hep aynı soru hem zor hemde doğru
Geçerken günlerim nerde cesaretim
Ne bileyim ne bileyim
Nefes aldım nefes verdim
Burdayım pes etmem yok
Ben buraya çıplak geldim
Heyhat utanmam yok utanmam yok
Yok yok yok pes etmem yok
Yok utanmam yok
Nefes aldım nefes verdim
Burdayım pes etmem yok
Ben buraya çıplak geldim
Heyhat utanmam yok utanmam yok
Nefes
aldım nefes verdim
Burdayım pes etmem yok
Ben buraya çıplak geldim
Heyhat utanmam yok utanmam yok

Zbigniew Preisner




Dinlemekten sonsuz keyif aldığım, polonyalı besteci. Sizde de aynı etkiyi yaratıyor mu? Karanlık tarafıma tutulmuş bir ışık gibi.

Yakın arkadaşı Krzysztof Kieslowski için bestelediği Requiem For My Friend, bir ağıt niteliği taşır






The Man From Earth








Tarih Profesörü John Oldman ani bir şekilde istifa edip gitmeye karar verir. Bu ani kararın nedenini anlamak isteyen arkadaşları John’dan açıklama beklemektedir. İlk kez kendi gibi veda etmek isteyen John arkadaşlarına 14.000 yaşında olduğu gerçeği ile yaşam serüvenini anlatmaya başlar. Cro-Magnon tarih öncesi dönemde başlayan yaşamı 35. yaşından sonra hiç yaşlanmadan devam  etmektedir.


Sümerlerde 2000 yıl yaşadıktan sonra Babilde yaşamına devam etmiş,sonrasında doğuya giderek Buddha ile tanışarak uzun süre öğrencisi olmuştur. Ve daha sonra da Kudüse…

Filmin en güzel taraflarından biri John soruları yanıtlarken konusunda uzman profesör arkadaşlarının cevapların gerçekliliği ile bilgilerini karşılaştırmaları ve mümkün olabileceği yönünde ikna olmalarıdır. 

Sorulara yanıtlar karşışında  etkilenmemek pek mümkün görünmüyor.

Sorular arasında sıkışırken filmin zamanının nasıl geçtiği anlayamıyorsunuz ve gerçekten de tadında bırakılmış.

Filmin müzikleri: “Forever”