10 Şubat 2016 Çarşamba

KIRMIZI KEMAN


Ben bugün buraya nispeten eski bir filmden söz etmeye geldim. 1998 yapımı, çokuluslu bir film Le Violon Rouge/ Red Violin/ Kırmızı Keman.  


Farklı ve emek verilmiş kurgusu,  müzikleri ile kendisinden söz edilmeyi fazlasıyla hak eden bir film.  Gerilim ve mistik öğeler de ustaca serpiştirilmiş. 1680 ler Viyanasından yola çıkıyoruz ve bir kemanın üretim atölyesinde başlayan hayatını, ona kâh ahşaptan oyarak,  kâh çalarak aşkını, gönlünü ve emeğini verenlerle birlikte bugüne kadar izliyoruz. Üstelik, bugüne gelirkenki yolculukta bu keman  farklı kültür ve anlayışlardan, farklı siyasi görüşlerden geçerek elden ele dolaşıyor ve en son bir müzayede salonunda önümüze çıkıyor.

Anlatım tekniği olarak gel-git tercih etmek bir risk olsa da, çünkü hikayeyi darmadağın edebilirsiniz, hiç hataya düşülmeden, karmaşaya kapılmadan, iki kanaldan ilerleyen hikaye, yine ustalıkla kendi üzerine kapanarak doyuma ulaştırmış izleyiciyi.

 Kurgusal açıdan bu kadar iyi olmasa anında vasatlaşabilirdi; “hikaye klasik, oyunculuklar kurtarmış” seviyesinde acımasızlaşabilirdik düşünmeden. Bu arada -benim gibi özellikle hayranları olanlar için eklemeliyim-  belki de süre olarak bir başrole göre ekranda kısa süre almasına rağmen Samuel L. Jackson, muhteşem oyunculuğu ile filme ayrı bir güzellik katıyor, klişe tabiriyle göz dolduruyor.

 Yıllardır, yüzlerce dvd içinde izlenmeyi bekleyip, her seferinde büyük bir gönül rahatlığıyla en altlara ittiğim bir film bu. Kendi kendime film günü ilan ettiğim, dışarının tüm neşesine, kuş cıvıltısına, Beşiktaş balık pazarına, Taksim meydanına rağmen; gözümü, kulağımı, perdelerimi dışarıya kapadığım Pazar’lardan birinin öğleden sonrasında izledim.

Bu yazıyı sosyal medyada yazıyor olsaydım, anahtar kelimeler olarak, kırmızı, keman, müzik, flash-back, Samuel L. Jackson, tutku, arzu, ihtiras, oyun, aşk, karanlık, büyü, kehanet, gelecek, ama illa ki acı yazardım.  Çünkü, -pek çoğumuz için böyledir herhalde- tutku kelimesini acı ile birlikte düşünürüm. Delice istemek, özlemek, erişememek, daha çok istemek, ağlamak, yanmak, kavrulmak…  Ama bugün, bu karanlık filmi MUTLULUK açısından görmeyi, anlatmayı denemek istiyorum. Yanlış anlaşılmasın! Pozitif bakış açısı öğretilerini sırtlanıp, “mutlu olmak bir seçimdir, aramayı bilirsek buluruz, önemli olan varılan yer değil yapılan yolculuktur” filan demeyeceğim. Sadece bu bloğun yazarının bana açtığı pencereden bakmaya çalışacağım. Doğudan ve batıdan, felsefeci yada matematikçi pek çok kişinin söylediklerini, huzurlarınızda –naçizane- sesli düşüneceğim diyelim.

Filmin temalarından gideyim, tutkuyla başlayayım;  aşkla, ihtirasla, sevdiğin varlığa ulaşamamanın beslediği alevlerde yanmak, sabahlara kadar ve her şeyden vazgeçecek kadar istemek ama kavuşamamak acı ise, kavuşmak hikayenin sonu mudur yoksa mutluluk mu? –bitiş çizgisine ulaşmak/hedefe varmak=mutluluk?-

Ya da bu kadar kuvvetli sevebilecek, bu yangına dayanabilecek bir yüreğe sahip olmak, verdiği tüm acılara rağmen mutluluk mudur? –sevme kabiliyeti/güçlü donanıma sahip olmak/diğerlerinden üstün olmak/güzelliği sezebilecek zevke sahip olmak=mutluluk?-

Peki ya ölümler? Sevdiklerimizin kaybından sonra hissettiklerimiz içinde –cennete gittiğine yada yalan değil gerçek ve mânâ dünyasına gittiğine, Hakka kavuştuğuna inansak bile- mutluluğu sayabilecek olanımız var mıdır?  Ama ya gidenden bir parçayı kendinize alıkoymayı başarabildiyseniz… Sarılabilmek, koklamak,  bir şekilde varlığını hissedebilmek mutluluk mudur? –olanla, elde edebildiğinle Yetinmek=Mutluluk?-

Peki, bu kadar derinleşmesek de olur. Hüzünlü de olsa sadece bu muhteşem keman ezgilerini dinlemek, bundan zevk alabilecek kulağa/gönüle sahip olabilmek mutluluk mudur?

Daha da yüzeyselleşip, sığlaşabilirim; Aman şöyle bir film koyup uzanayım, boş boş bakayım, nasıl olsa beşinci dakikada uyuyakalırım diye düşünerek açtığınız filmi anbean artan bir merakla izlemek, böyle bir süprizle karşılaşmak mutluk mudur?

Benden daha fazlasını beklemeyiniz. Çünkü ben dram severim, trajedi severim. Bir de sevdiğim şeyleri paylaşmayı… 


Sevgiyle.           


fatoşboyacı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder